Kitap Eflatun Türk Klasikleri yayınlarından çıkmıştır. Baskı: Ekim 2004 tarihinde; Cilt, Melisa Matbaasında yapılmıştır. Dizgi tasarımını, Bircan Lazım; kapağı, Türkan karagöz; editörlüğünü ise Turan Dikmentaş uyarlamıştır.
Kitabın adı: Sergüzeşt
Niteliği: Romandır.
Sergüzeşt Romanının Yazarı: Samipaşazade Sezai
Kitabın kapağında üç beyan bulunmaktadır. 1.si Bir divanda oturmakta, elinde de nargile bulunmaktadır. 2.si Bir Arap’tır. 3.sü ise elinde ud ile bir şeyler çalmaktadır. Kitabın adı beyaz harfler ile üst tarafta yazılıdır. Romanın kapak rengi eflatundur. Kitap çok kalın olmamakla birlikte orta derece uzunlukta bir kitaptır. Kitabın arka kısmanda ise romandan bir parça tasvir edilmiştir.
Sami Paşazade Sezai’nin Sergüzeşt adlı romanı ilk olarak, 1305 / 1889 yılında yayınlanmış fakat 2.Apdülhamit dönemi şartları içinde esaret temi ve buna paralel olarak hürriyet kavramı işlendiğinden yazarın göz hapsinde tutulmasına sebep olur. 1901 öncesi yıllarında, İstanbul’un havası teneffüs edilmez diye niteleyen Sezai Jön Türkler’e katılır ve yurt dışına çıkma çareleri arar ve Paris’e kaçar ( 2006:s.562). 1921 ‘de azledilen yazar, yurda döndükten sonra hayatını yazılarıyla kazanır ve eserin 2.baskısı 1340 / 1924 tarihini taşır. Zeynep Kerman tarafından bugünkü dile çevrilmişti.
Yazar, Sergüzeşt romanının Mukaddime başlıklı önsözünde, 1305/1890 yıllarının manzarasını tasvir ederken karanlık bir ülke tablosu çizer:
“1305.Otuz üç sene sabah olmak bilmeyen, ufuklarında en küçük bir şule-i şafak görünmeyen bir şeb-i yeldâ içindeydi. O şeb-i yeldâda doğan tek tük yıldızlar, terk –i diyar ederek gurbet illerinin âfak-ı hicranında uful ediyor, kalanlar da sema-yı vatanda bir müddet parladıktan sonra istibdadın tutuşturduğu volkanlardan yükselen bir dûd-ı siyahın içine gömülüyor. O devirde bir şûriş-i fikir ve kalb-i efraddan cemiyete, cemiyetden memleketlere, memleketlerden bütün vatana sirayet ederek düşüncelerini, sâkit ve râkit cereyanların menâbiini ihlâl ediyordu. Edebiyatla baş başa kalmak için bütün vatanda bir kûşe-i âramî de yoktu. Bu hâllere karşı tesir-i muhit ile geçirdiğim şedit, yakıcı, muhrip bir hayat-asabî içinde yazıhanemin önünde mülhime-i şiirin fikri taltif ve teşrifini beklerken kapımda hafiyelerin ayak seslerini, penceremden beni gözetleyen kaplan bakışlı gözleri görürdüm. Çünkü Sergüzeşt’e esaret aleyhinde başlamış ve hürriyetine diyerek bitirmiştim.”
Sezai ‘nin bu eseri yazma sebebi olarak; O, konaklarında bir arada yetiştiği cariyeler dolayısıyla, onların hayatlarını çok yakından gözlemlemiş, ıztırarlarını adeta ruhunda duymuştur. Buna ilave olarak Sezai’nin annesinin de bir esir olmasıdır. Kölelerin yaşadıkları acımasız koşulları, hor görünüşlerini işlemesiyle roman, sorununun, o çağda yapılan değerlendirmelerini uygun düşer.
Sergüzeşt romanının asıl kahramanı Dilber’dir. Eserde baştan sona Dilber’in esareti sebebiyle yaşadığı hazin macera anlatılır. Romanın ikinci derecede kahramanı Celal Bey’dir. Celal Bey, Dilber’in aşka eğiliminin hassas yönünün ortaya çıkmasına hizmet ederken aynı zamanda mevcut sosyal yapıya karşı çıkışın da örneğini verir.
Sergüzeşt adlı eserin konusu şöyle gelişmiştir:
“ Sergüzeşt küçük esire Dilber’in öyküsüdür. Dilber, Kafkasya’dan kaçırılıp İstanbul’a getirilen bir Çerkez kızıdır. Hacı Ömer adlı esir tüccarı tarafından satın alınan küçük kız Yüksek Kaldırım’da Sabık Harput Mal Müdürü Mustafa Efendi’nin karısına kırk Osmanlı lirası karşılığında satılır. Mustafa Efendi’nin o yaşlarda Atiye adlı bir kızı vardır. Dilber satıldığı bu ilk evde eziyet görür. Hem evin hanımı hem de kendisi halayık olan Teravet’in hakaretlerine uğrar. En ağır işler ona yaptırılır. Birdenbire hem hürriyetini kaybeden hem de bir hizmetçi gibi çalıştırılmaya dayanamayan küçük kız, karlı ve fırtınalı bir gecede evden kaçar. Sokakta bir köşeye yığılır kalır. Ertesi gün kendisini Atiye’yi mektebe götürüp getirirken tanıştığı Latife’nin evinde bulur. Latife’nin büyükannesi büyük gayretine rağmen küçük kızın azad olmasını sağlayamaz. Dilber yıllarca bu aileye hizmet eder. Bu arada Mustafa Efendi yeniden bir memuriyete atanınca, yol masraflarının karşılanması için Dilber’in satılmasına karar verilir ve altmış beş altına satılır. Dilber’in ikinci mekânı esircinin Edirnekapı civarındaki ürkütücü konağıdır. Burada kendisi gibi satılmayı bekleyen birçok esir vardır. Onların arasında daha mutlu olur. Fakat bir süre sonra yüz elli lira bedelle Moda burnu taraflarında oturan Asaf Paşa konağına satılır. Bu Dilber’in satıldığı ikinci evdir. Dilber bu konakta kısmen de olsa rahat eder. Artık fiili olarak eziyet görmez, dayak yemez. Kendisine verilen işler hafif ve zevkli işlerdir. Sahibesi Zehra Hanım konağın mutfak otoritesini temsil eder. Dilber ‘e kötü muamele yapmaz, fakat bir aristokrat havasıyla kızın ihtiyaç duyduğu sevgi ve şefkati de göstermez. Dilber bu evde serpilir, güzelleşir. Artık bir genç kızdır.
Asaf Paşa’nın Paris’te resim tahsili yapmış yeteneklerinden dolayı ödül kazanmış ressam oğlu Celâl, Dilber’i model olarak kullanır. Bu durum genç kızı çok üzer. Kendisini Celâl Bey’in elinde bir oyuncak olarak görür. Gururu kırılan Dilber sürekli ağlar. Celâl bu gözyaşları karşısında müteessir olur. Karşısındakinin ruh halini anlamaya çalışan Celâl Bey, bir daha ağlaması halinde fırçasını kıracağını söyler. Bu hissi tavır Celâl’in uyanışının ilk adımıdır. Bir gece Dilber’in odasına gizlice girer ve onun elinde kendi resmi olduğu halde uyurken bulur. Genç kızın kendisine âşık olduğunu anlar. Kendiside karışık duygular içerisindedir. Zamanla duygularını birbirlerine açar ve gizlice buluşmaya başlarlar. Oğlu Celâl ile Dilber’in gizlice buluştuğunu anlayan anne Zehra Hanım durumu kocası Asaf Paşa’ya bildirir. Asaf Paşa, bir halayığı oğluna layık görmediğini belirterek her ne olursa olsun bu münasebetin kesilmesini ister. En etkili çare olarak Dilber’in satılmasına karar verir. Anne ve babasının kişiliklerini bilen Celâl Dilber’le evlenebilmek için amcasından yardım ister. Aynı gün Dilber bir esirciye alelacele satılır. Amcasından istediği desteyi göremeyen Celâl eve döner. Çaresaz’dan Dilber2in satıldığını öğrenen Celâl düşüp bayılır. Asaf Paşa ailesi ve Celâl için bu sonun başlangıcıdır. Sevdiği kızın bir odalık olduğu fikr-i sabitine kapılan Celâl’in melankoli ile başlayan rahatsızlığı, çaresi olmayan beyin iltihabına dönüşür.
Öte yandan Dilber, Mısırlı zengin bir adamın sarayına satılmıştır. Bütün baskı ve tehditlere rağmen efendisinin haremine girmeyi kabul etmeyen Dilber hapsedilir. Sarayda Dilber’e âşık olan haremağası Cevher onu kurtarmak ister fakat Dilber’i kaçırken merdivenden düşer ve ölür. Ölmeden önce Dilber’e cebinde ertesi gün İstanbul’a gidecek bir gemiye ait bilet olduğunu söyler. Özgürlüğün hiçbir yerde olmadığını anlayan Dilber kendisini Nil’e atarak hayatına son verir.
Karun ve musa as akrabadır.bu devamlı musa as ile beraber dolaşır .dostu peygamber olduğu için Karun dört dörtlük müslüman görüntüsün dedir. ALLAH(CC) musa as bütün ilimleri öğretmiştir.bunlara simya ilmide dahildir.simya; dokunduğu her şeyi altın yapabilme ilmidir.karun bu ilmi musa as dan öğrendi.öyleki dokunduğu her şeyi altın yapmaya başladıtabi bu kadar dünyalığa meyledince dinden uzaklaştı kul olduğunu unuttu serveti gün geçtikçe arttıhazinelerinin anahtarları 40 deve yükü idi.musa as karuna nasihat verdiysede dinlemedi gizliden gizliye musa as düşmanlık duymaya başladı ve yüce yaratıcıdan emir gelmeye başladı.çünkü haddi iyice aşmıştı.artık musa as bir gün bile görmeğe tahammül edemiyordu.musa as nasıl rezil edebilirim diye çok sinsi bir plan yaptı.o kadar zengindiki istediğini yaptırmaya sahipti.
bu plan şöyleydi;
o civarda oturan zinakar bir kadın vardı.bu kadın musa as kalabalık bir yerde gördüğü zaman hemen bağırmaya başlayacak ve musa as kendisiyle yattığını söyleyecekti bunu yaptığı taktirde kendisini altına boğacağını söyledi ve nitekim öylede oldu. musa as kalabalık içinde dolaşırken zinakar kadın birden bağırmaya başladı.şu kendisinin peygamber olduğunu söyleyen adam varya yalancıdır o benimle zina yaptı.sahtekarın biridir.bu sözler karşısında musa as utancından kıpkırmızı olur ve çok sinirlenir kadına dönerek derki ;
yüce yaratan ALLAH aşkına doğruyu söyle sen benimle zina yaptın mı?
herkes merakla kadına bakar kadında yaptığından pişman olup söyle dedi;yemin olsun ki musa as ile zina yapmadım benim böyle demem için karunla anlaşma yaptım.her şeyi karun planladı.karunda o arada halkın içindeydi.musa as ALLAH'a şöyle yalvardıya rabbi senin peygamberine iftira atan ve haddi aşan bu adamı sana havale ediyorum o esnada yer sarsılmaya başladı ve birden karun yere gömülmeye başladı ve tabi bütün altınları malı mülküdeşaşan ve haddi aşan karun helak olup yerin dibini boyladı
işte ibretlik bir olay RABBİM bizleridi şaşırtmasın
AMİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder